14 Şub, 2016
Yazan: Gürkan Canpolat Kategori: Kitap|Târih
19 Mayıs 2012 tarihinde kurduğumuz Alternatif Tarih birlikteliği, kadîm dostum Sefa Yapıcıoğlu ile ortak bir projede daha yer almamızı sağladı. Bu bağlamda, Alternatif Tarih kitabını yayınlama muvaffakiyetine eriştik. Şubat 2016 ilk baskı tarihi ile raflardaki yerini alan kitap, alternatif tarihçiliğin yanı sıra güncel ve popüler konular üzerine de makaleleri ihtivâ etmektedir. Yazının devamını okumak için tıklayınız »
23 Oca, 2016
Yazan: Gürkan Canpolat Kategori: Târih
Tarihin muhtelif dönemleri içerisinde dünyanın seyrini değiştiren birçok olay yaşanmış, bu olayların tetiklemesiyle coğrafî, siyasî ve kültürel etkileşimler meydana gelmiştir. Şüphesiz ki dünya tarihini Türk milleti kadar etkileyen ve değiştiren çok az millî unsura rastlanmaktadır. Bunda; Türk milletinin kadîm ve erk sâhibi bir topluluk olmasının da etkisi bulunmaktadır. Yazının devamını okumak için tıklayınız »
14 Kas, 2015
Yazan: Gürkan Canpolat Kategori: Edebî
Ne yazacağımı bilmiyorum aslında. İyi bir fikrim ya da parlak yazma yeteneğim falan yok. Ya da en azından şimdilik bu yazamama merasimini sayrılığıma bağlayabilirim. Oysa kafamda eskiden beri var olan bir kurgu vardı elbet. Tolstoy’un Hacı Murat, Server Bedii’nin Cingöz Recai, Aytmatov’un Cemile karakterini falan yazacaktım. Yazının devamını okumak için tıklayınız »
04 Eki, 2015
Yazan: Gürkan Canpolat Kategori: Hikâye
Târih fakültesini son sınıfta terk etmek gafletini herkes yapmıyor bu sıralar. Ben yaptım. Tüm bunlara sebep olan ise Sultan’ın kavuğuydu. Kulağa garip geliyor, biliyorum. Bu nedenle kendimde bir pişmanlık da görmüyor, aksine bu durumun özgeçmişime bir hava kattığına inanıyorum.
Bir hocam anlatmıştı. Körlerin topallarla birlikte gezdiği bir zaman, bir ülkede bir Sultan varmış. Sultan’ın ağzından çıkan her şey kanun, eline aldığı her şey altın nimetindeymiş. Bu durum on yıl kadar sürmüş. Hükümranlık safahatı, Sultan’ın kavuğunu kaybetmesiyle son bulmuş. İşte o sıra, Sultan yine bir ferman buyurarak, kavuğunu bulan ile evlenmeyi vaat etmiş. Bilirsiniz, eski taassuplar gereği toplumda hâtunların erki de yüksektedir. Sultan da bir hâtun. Hem de ne hâtun.
O dönemleri yazan İbn-i Cevâhir, Sultan’ı tasvir ederken bir tavus kuşu imgesini kullanır. “O” der, “bir tavus kuşunun bin bir renkteki tüylerinden sâdece biri olabilirdi, ama Tanrı hepsi olmasını istemişti.”
Gözlerinin rengi tahmin ki elâya benzer. Kimi zaman güneş ile doğar, kimi zaman ay ile batarmış. Sürmelerini gözüne çeker, tahtına otururken de vâkurla emredermiş. Erkekler için emrettiği Hun traşını, kendisi için de elzem koşmuş. Sâdece ensesine kadar inen saçları, rüzgârda kanatlanan uzun etekleri, tatlı sesiyle hoş bir sâdâ bırakmasını iyi bilirmiş. Hatta işi ileriye götürüp, sarayında bir musikî heyeti bile kurmuş. Bu heyetin başına zamanın meşhur üstâdı tanburî Fizânî Efendi’yi geçirmiş, kendisi de ondan bizzat ders almış.
Sultan’ın sözleri kanun demiştik ya, umûmî efkâr da onun bir dediğini iki etmez, hepsi aralarında sözleşmişçesine onu severmiş. Hâtunluğundan gelen hâşinliği ise kimi zaman onu ordunun başına geçirir, Sir-i Derya dolaylarına kadar at sırtında kılıç şakırdatırmış. Câni değilmiş, ama her zaman da uysal… Yazının devamını okumak için tıklayınız »