Senaryosunun yazıldığı roman da sıklıkla eleştirilen “Gülün Adı” adlı film, Orta Çağ Hıristiyan ruhban sınıfının bilgiye bakış açısını yansıtmakla beraber, dönemin toplumsal ve siyasal konjonktüründen de izleyicide derin izler kalacak şekilde bahsetmektedir. Bu iki temel konu etrafında filmden onlarca detay yakalanabilir ve analiz edilebilir. Bütün bu konular ve alt dalları ile filmi topyekûn eleştirmek, tarihi, iktisadi, toplumsal, siyasal ve dini olarak analiz etmek için izleyici olmak yetersizdir. Bundan dolayı yüzeysel olarak sadece yukarıdaki iki ana konu üzerinden filmi eleştirmekle yetinmeliyim.
Tarih öncesi devirlerde de, yazı ile beraber tarihi devrilerde de toplumun ayrılmaz bir parçası olarak görülen din adamlarının ekseriyetinin, toplumdan daha “iyi” bir konumda yaşantılarını sürdürdükleri bilinmektedir. Bu evrensel gerçekten hareketle, İtalya’da bir Hıristiyan manastırında geçen filmin bu şekilde yorumlanması gerekmektedir. Fakat Hıristiyanlığın, özellikle Orta Çağ’da bu etkisini, gücü elinde tuttuğundan bir yetki olarak kullanması gözler önündedir. Film içinde de, diğer somut örneklerle de bu kanıtlanabilir. Bağış sisteminin halkı sömürmeye dönüşmesi, bundan dolayı kilise ile halkın arasında ekonomik açıdan büyük bir uçurumun ortaya çıktığını görmek mümkündür. Toplumdan sıyrılarak siyasal açıdan bu düzene baktığımızda, bölünmüşlüğün belirtilerini ortada görürüz. Hatta siyasi kurumları da dini toplumlarla birlikte ele alacak olursak, bu daha iyi kavranabilir. Tarikatlara bölünmüş olan Orta Çağ Hıristiyan dünyasının çekişmelerini, filmde de görmek mümkündür. Fransiskenler tarikatının lideri Cesenalı Michelle’in, manastırdaki cinayetler için imparator tarafından görevlendirilmesi, Papa’nın pek de hoşuna gideceği bir davranış değildir. Siyasi-dini çekişmeler, günümüze kadar süregelmiştir. Yazının devamını okumak için tıklayınız »